Kumpir sevenlerin vazgeçilmez adresi Ortaköy...
Güzel bir hafta sonu geçirirken hem mideniz bayram etsin hem de boğaz havası almak isterseniz Ortaköy bu işin en güzel adresi olsa gerek..
Meşhur Ortaköy çarşısına girer girmez kumpirciler sizi karşılayacaklar zaten..Siz onları fark etmeseniz bile onlar kendilerini size hatırlatacaktır. :) Cafeler yerine onların kumpirini yemenizi şiddetle tavsiye ediyorum.. Hem daha içten daha samimi hem de çok daha lezzetli bana göre.. Tabii ki kumpirinize ortak olacak kedileri de es geçmezsiniz umarım..:) Oturacağımız bankların dolaşacağımız sokakların asıl sahiplerinin onlar olduğunu unutmamamız gerekiyor.. Sahili, kumpiri olduğu kadar pazarı da görülmeye değer Ortaköy'ün. Takılar, şapkalar, gözlükler ve daha bir çok aksesuarı burada bulmanız mümkün..
Güler yüzlü tezgah sahipleri de cabası.. Benim için Ortaköy'ün en özel yerlerinden olan magnetçi abimizi anlatmadan da olmaz elbette. Peki bu magnetlerin özelliği ne ? Çeşit çeşit fotoğrafların taşların üzerine baskı yapılmasıyla üretilen bu magnetler her kesimden insanlar için ilgi çekici görseller barındırıyorlar. Kimi zaman film artisti kimi zaman siyasi liderler kimi zaman şarkıcılar, sporcular ve daha bir çok seçenek.. Boy boy seçeneği olan bu magnetler Ortaköy den size güzel bir hatıra olacaktır..:)
Son olarak Boğazın güzelliğine doyamadım diyorsanız Ortaköy iskelesinin hemen yanından kalkan kısa Boğaz turlarını değerlendirin derim..
10 Aralık 2016 Cumartesi
21 Kasım 2016 Pazartesi
Boğaziçi'nden tarihe yolculuk; Sadberk Hanım Müzesi
İstanbul Boğazı'nın Avrupa yakasında, Sarıyer sahilinde yer alan Sadberk Hanım Müzesi, iki tarihi binada hizmet veriyor. Bu binaların birine Vehbi Koç ile Sadberk Hanım'ın ortanca kızları olan, Sevgi Gönül'ün ismi verilmiş. Sanata ve eski eserlere düşkünlüğü ile tanınan Sevgi Gönül annesinin müze hayalinin gerçekleşmesinde de önemli rol oynamıştır. 2003 yılında aramızdan ayrılan Sevgi Gönül'ün isminin verildiği üç katlı binada M.Ö. 6000 yılından Bizans dönemine kadar Anadolu'da yaşamış uygarlıkların eserleri yer alıyor. Bu eserler arasında: Çivi yazılı tabletler, günlük hayatta kullanılan kap kacaklar, Friglerin buluşu çengelli iğneler, altın ve gümüş mücevherler ve daha bir çok tarihi eserler mevcut. Bu eserleri incelerken tarihi bir yolculuğa çıkmamak imkansız...
İstanbul Boğazı'nın en güze yerlerinden birinde bulunan müzenin bahçesi de içindeki eserler kadar görülmeye değer. Taş yazıtların, çömleklerin, heykellerin yer aldığı bahçede çam ağaçları da tarih kokusuna kendi aromalarını katıyor.
Bu tarihi yolculuğa çıkmak isteyenler için, müze Çarşamba günleri hariç her gün 10.00-17.00 saatleri arasında hizmet veriyor. Oldukça cüzi bir fiyatla müzeye giriş yapabilirsiniz. Son olarak boğazda bir bardak yorgunluk çayı içmeyi unutmayın...
17 Kasım 2016 Perşembe
İstanbul'un en kuzeyinde yer alan bu küçük balıkçı köyüne uğramadıysanız ömrünüze bir güzelliği daha katmak için elinizi çabuk tutun. Hele bir de 'Denizden babam çıksa yerim !' diyenlerdenseniz...
Bu şirin köye en cazip ulaşım yolu vapur. Eminönü, Kabataş, Beşiktaş hepsinden kalkıyor. Böylelikle İstanbul'a gelip boğaz turu yapmadım da dememiş oluyorsunuz. Beşiktaş'tan kalkan vapur Çırağan, Ortaköy, Bebek, Emirgan, Sarıyer derken Anadolu Kavağı'na varıveriyor. Zaten Boğaz'ın güzelliğinden zamanın nasıl geçtiğini fark etmiyor bile insan.
Peki ne var Anadolu Kavağında?
Bol bol balık lokantası sizi iskelenin hemen yanında karşılıyor. İster salaş bir dükkanda ister deniz kenarında bir lokantada tercih sizin. Ben İsmail amcanın salaş dükkanını tercih ettim. Hiç pişman da olduğum söylenemez sonuç olarak. :)
Köyün çarşısında hediyelik eşya dükkanlarından başka gezilecek pek bir yer yok. Zaten bütün dükkanlara girseniz bile en fazla 10 dakikanızı alır çarşı turunu tamamlamanız.
Ve tabii ki Yoros kalesi..
Doğu Roma döneminden kalma kaledir. İmparatorluk zayıf düştükten sonra Cenevizlilerin eline geçmiş ve uzun süre onların elinde kalmıştır; bu yüzden bir Ceneviz kalesi olduğu inancı doğmuştur. Kalenin kapladığı alan İstanbul çevresindeki diğer bütün kalelerin kapladığı alandan çok daha büyüktür.
İstanbul'a en tepeden bakmak istiyorsanız mutlaka bu kaleye çıkmanızı öneririm. Yürüme mesafesi biraz çok olsa da kaleye vardığınızda soluklanıp, çayınızı içebileceğiniz kafeler mevcut. Üstelik inanılmaz bir manzara eşliğinde...
Bu güzel yolculuğun sonunda hem İstanbul'un kalabalığından bir nebze kaçmış olacaksınız hem de kendinize güzel bir balık ziyafeti çekme fırsatı vermiş olacaksınız..
24 Ekim 2016 Pazartesi
Boğazın İncisi Emirgan
Asırlık çınarlar Emirgan'ın ev sahipleri. Yüzyıllardır
kök saldıkları bu sakin semtin olmazsa olmazı haline gelmişler. Kim bilir kaç
nesil nefeslendi gölgelerin…
Emirgan'ın Arnavut Kaldırımlı dar sokaklarında yaz kış
esen rüzgâr insanı şehrin gürültüsünden uzaklaştırıyor. Çınaraltında çay molası…
Karşımda büyük bir çeşme, buz gibi suyu yıllardır akıyormuş. Çınaraltı’nda
bulunan Emirgan Çeşmesi, I.Abdülhamit’in, zevcelerinden Hümaşah Hatun ile oğlu
Şehzade Mehmet’in ruhlarını şad etmek için yaptırdığı çeşmedir. Bu sebeple
yapı“Hümaşah Hatun” ve “Şehzade Mehmet” çeşmeleri olarak da bilinir.
Daha sonra boğazın yanı başındaki Emirgan Korusu, şehrin
akciğeri adeta. Kapısından içeri girdiğiniz anda doğa ve huzuru iliklerinize
kadar hissediyorsunuz. Yeşilin, sarının her tonu iç içe burada. Çamların
altındaki banklara soluklanmak için oturduğunuzda toprağın kokusu başınızı
döndürüyor. Dalıp gidiyor insan hayallere…
O anda Atilla İlhan'ın mısraları düştü aklıma;
''...kafeslerin ardında bol gözlü bir kadın
ansızın giydirilmiş ipek ferâceye
bir çay yalnızlığı emirgân'dan öteye
değdikçe ısındığı yaldızlı bardağın
nedîm'den yansıması tatyos efendi'ye
tenhâ bir genç kız sesiyle hicazkâr'ın
kuytularda çürüdüğü bağdadî yalıların
yorgun sarmaşıklarıyla sarkmış bahçeye...''
Karşıma yavru
bir sincap fırlıyor, ne olduğunu anlamadan gözden kayboluyor, daha sonra ince
bir çığlık... Dönüp baktığımda üzerimde yemyeşil papağanlar, bu papağanları
merak edip sorduğumda koruda bekçilik yapan Ahmet Amca, papağanların yıllar
önce boğazdan geçen bir gemiden kaçtığını, buranın şartlarına ayak uydurarak
Emirgan'ı yuvaları bellediklerini söyledi. Korudaki meyve ağaçlarından
besleniyorlarmış. Görünen o ki papağanlar da çok sevmiş bu küçük semti. Ahmet
Amca’ya kaç senedir burada olduğunu sorduğumda, 62 senesinden beri burada
olduğunu, babasının koruda işçi olduğu yıllarda çocukluğunun burada geçtiğini
söyledi. On beş yıldır koruda bekçilik yaptığını söyleyen Ahmet Amca daha sonra
babasının diktiği ağaçları gösterdi. ‘’Bu ağaçlar babamdan hatıra, onlar bana
babamın mirası ‘’ diyen Ahmet Amcanın yanından ayrılırken hava iyiden iyiye
soğumaya başlamıştı, karşıma çıkan görkemli ahşap köşke attım kendimi. Meşhur
Sarı Köşk’tü burası.
Koru 17. yüzyılda Osmanlı Padişahı IV.Murad tarafından
İranlı Emir Güne Han'a armağan edilmiştir. Yüzyıllar boyunca pek çok kez el
değiştirmiş, 19. yüzyılda Abdülaziz tarafından Mısır Hidivi İsmail Paşaya
verilmiş Sarı Köşk de bu dönemde inşa edilmiştir.
İçerisine
girdiğiniz andan itibaren her yer tarih kokuyor; adım attıkça gıcırdayan
tahtalar, büyük kapıları, geniş odaları ve eşsiz boğaz manzarası… Günümüzde
restoran olarak işletilen Köşk’ün salebi pek meşhurmuş ben denemeden geçemedim,
sizlerin de pişman olmayacağınıza eminim.
Kışın inzivaya çekilen bu semt her yıl düzenlenen Lale
Festivali ile binlerce misafire kucak açıyor. Aylar önce dikilen milyonlarca
lale soğanı baharda İstanbul'un gözbebeği haline geliyor. Geçen yıl 192 farklı
türde 2.800.000 lale dikilmiş. Her sene bu sayı artarak devam ediyor. Bu sefer
laleler soğandı. Belki bir dahaki sefere gözlerini açmış olurlar nisan
güneşinin alnında.
Artık ayrılma zamanı gelmişti Emirgan’dan burada
birkaç saatini geçiren birinin dönerken içinin burulmaması imkansız.
Betonlaşmış bu şehir, trafiği, gürültüsü bizi bekler…
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)