Asırlık çınarlar Emirgan'ın ev sahipleri. Yüzyıllardır
kök saldıkları bu sakin semtin olmazsa olmazı haline gelmişler. Kim bilir kaç
nesil nefeslendi gölgelerin…
Emirgan'ın Arnavut Kaldırımlı dar sokaklarında yaz kış
esen rüzgâr insanı şehrin gürültüsünden uzaklaştırıyor. Çınaraltında çay molası…
Karşımda büyük bir çeşme, buz gibi suyu yıllardır akıyormuş. Çınaraltı’nda
bulunan Emirgan Çeşmesi, I.Abdülhamit’in, zevcelerinden Hümaşah Hatun ile oğlu
Şehzade Mehmet’in ruhlarını şad etmek için yaptırdığı çeşmedir. Bu sebeple
yapı“Hümaşah Hatun” ve “Şehzade Mehmet” çeşmeleri olarak da bilinir.
Daha sonra boğazın yanı başındaki Emirgan Korusu, şehrin
akciğeri adeta. Kapısından içeri girdiğiniz anda doğa ve huzuru iliklerinize
kadar hissediyorsunuz. Yeşilin, sarının her tonu iç içe burada. Çamların
altındaki banklara soluklanmak için oturduğunuzda toprağın kokusu başınızı
döndürüyor. Dalıp gidiyor insan hayallere…
O anda Atilla İlhan'ın mısraları düştü aklıma;
''...kafeslerin ardında bol gözlü bir kadın
ansızın giydirilmiş ipek ferâceye
bir çay yalnızlığı emirgân'dan öteye
değdikçe ısındığı yaldızlı bardağın
nedîm'den yansıması tatyos efendi'ye
tenhâ bir genç kız sesiyle hicazkâr'ın
kuytularda çürüdüğü bağdadî yalıların
yorgun sarmaşıklarıyla sarkmış bahçeye...''
Karşıma yavru
bir sincap fırlıyor, ne olduğunu anlamadan gözden kayboluyor, daha sonra ince
bir çığlık... Dönüp baktığımda üzerimde yemyeşil papağanlar, bu papağanları
merak edip sorduğumda koruda bekçilik yapan Ahmet Amca, papağanların yıllar
önce boğazdan geçen bir gemiden kaçtığını, buranın şartlarına ayak uydurarak
Emirgan'ı yuvaları bellediklerini söyledi. Korudaki meyve ağaçlarından
besleniyorlarmış. Görünen o ki papağanlar da çok sevmiş bu küçük semti. Ahmet
Amca’ya kaç senedir burada olduğunu sorduğumda, 62 senesinden beri burada
olduğunu, babasının koruda işçi olduğu yıllarda çocukluğunun burada geçtiğini
söyledi. On beş yıldır koruda bekçilik yaptığını söyleyen Ahmet Amca daha sonra
babasının diktiği ağaçları gösterdi. ‘’Bu ağaçlar babamdan hatıra, onlar bana
babamın mirası ‘’ diyen Ahmet Amcanın yanından ayrılırken hava iyiden iyiye
soğumaya başlamıştı, karşıma çıkan görkemli ahşap köşke attım kendimi. Meşhur
Sarı Köşk’tü burası.
Koru 17. yüzyılda Osmanlı Padişahı IV.Murad tarafından
İranlı Emir Güne Han'a armağan edilmiştir. Yüzyıllar boyunca pek çok kez el
değiştirmiş, 19. yüzyılda Abdülaziz tarafından Mısır Hidivi İsmail Paşaya
verilmiş Sarı Köşk de bu dönemde inşa edilmiştir.
İçerisine
girdiğiniz andan itibaren her yer tarih kokuyor; adım attıkça gıcırdayan
tahtalar, büyük kapıları, geniş odaları ve eşsiz boğaz manzarası… Günümüzde
restoran olarak işletilen Köşk’ün salebi pek meşhurmuş ben denemeden geçemedim,
sizlerin de pişman olmayacağınıza eminim.
Kışın inzivaya çekilen bu semt her yıl düzenlenen Lale
Festivali ile binlerce misafire kucak açıyor. Aylar önce dikilen milyonlarca
lale soğanı baharda İstanbul'un gözbebeği haline geliyor. Geçen yıl 192 farklı
türde 2.800.000 lale dikilmiş. Her sene bu sayı artarak devam ediyor. Bu sefer
laleler soğandı. Belki bir dahaki sefere gözlerini açmış olurlar nisan
güneşinin alnında.
Artık ayrılma zamanı gelmişti Emirgan’dan burada
birkaç saatini geçiren birinin dönerken içinin burulmaması imkansız.
Betonlaşmış bu şehir, trafiği, gürültüsü bizi bekler…