24 Ekim 2016 Pazartesi

Boğazın İncisi Emirgan

                                     
 Asırlık çınarlar Emirgan'ın ev sahipleri. Yüzyıllardır kök saldıkları bu sakin semtin olmazsa olmazı haline gelmişler. Kim bilir kaç nesil nefeslendi gölgelerin…
Emirgan'ın Arnavut Kaldırımlı dar sokaklarında yaz kış esen rüzgâr insanı şehrin gürültüsünden uzaklaştırıyor. Çınaraltında çay molası… Karşımda büyük bir çeşme, buz gibi suyu yıllardır akıyormuş. Çınaraltı’nda bulunan Emirgan Çeşmesi, I.Abdülhamit’in, zevcelerinden Hümaşah Hatun ile oğlu Şehzade Mehmet’in ruhlarını şad etmek için yaptırdığı çeşmedir. Bu sebeple yapı“Hümaşah Hatun” ve “Şehzade Mehmet” çeşmeleri olarak da bilinir.
Daha sonra boğazın yanı başındaki Emirgan Korusu, şehrin akciğeri adeta. Kapısından içeri girdiğiniz anda doğa ve huzuru iliklerinize kadar hissediyorsunuz. Yeşilin, sarının her tonu iç içe burada. Çamların altındaki banklara soluklanmak için oturduğunuzda toprağın kokusu başınızı döndürüyor. Dalıp gidiyor insan hayallere…
O anda Atilla İlhan'ın mısraları düştü aklıma;
 
''...kafeslerin ardında bol gözlü bir kadın
ansızın giydirilmiş ipek ferâceye
bir çay yalnızlığı emirgân'dan öteye
değdikçe ısındığı yaldızlı bardağın
nedîm'den yansıması tatyos efendi'ye
tenhâ bir genç kız sesiyle hicazkâr'ın
kuytularda çürüdüğü bağdadî yalıların
yorgun sarmaşıklarıyla sarkmış bahçeye...'' 

 Karşıma yavru bir sincap fırlıyor, ne olduğunu anlamadan gözden kayboluyor, daha sonra ince bir çığlık... Dönüp baktığımda üzerimde yemyeşil papağanlar, bu papağanları merak edip sorduğumda koruda bekçilik yapan Ahmet Amca, papağanların yıllar önce boğazdan geçen bir gemiden kaçtığını, buranın şartlarına ayak uydurarak Emirgan'ı yuvaları bellediklerini söyledi. Korudaki meyve ağaçlarından besleniyorlarmış. Görünen o ki papağanlar da çok sevmiş bu küçük semti. Ahmet Amca’ya kaç senedir burada olduğunu sorduğumda, 62 senesinden beri burada olduğunu, babasının koruda işçi olduğu yıllarda çocukluğunun burada geçtiğini söyledi. On beş yıldır koruda bekçilik yaptığını söyleyen Ahmet Amca daha sonra babasının diktiği ağaçları gösterdi. ‘’Bu ağaçlar babamdan hatıra, onlar bana babamın mirası ‘’ diyen Ahmet Amcanın yanından ayrılırken hava iyiden iyiye soğumaya başlamıştı, karşıma çıkan görkemli ahşap köşke attım kendimi. Meşhur Sarı Köşk’tü burası.
Koru 17. yüzyılda Osmanlı Padişahı IV.Murad tarafından İranlı Emir Güne Han'a armağan edilmiştir. Yüzyıllar boyunca pek çok kez el değiştirmiş, 19. yüzyılda Abdülaziz tarafından Mısır Hidivi İsmail Paşaya verilmiş Sarı Köşk de bu dönemde inşa edilmiştir.
 İçerisine girdiğiniz andan itibaren her yer tarih kokuyor; adım attıkça gıcırdayan tahtalar, büyük kapıları, geniş odaları ve eşsiz boğaz manzarası… Günümüzde restoran olarak işletilen Köşk’ün salebi pek meşhurmuş ben denemeden geçemedim, sizlerin de pişman olmayacağınıza eminim.

Kışın inzivaya çekilen bu semt her yıl düzenlenen Lale Festivali ile binlerce misafire kucak açıyor. Aylar önce dikilen milyonlarca lale soğanı baharda İstanbul'un gözbebeği haline geliyor. Geçen yıl 192 farklı türde 2.800.000 lale dikilmiş. Her sene bu sayı artarak devam ediyor. Bu sefer laleler soğandı. Belki bir dahaki sefere gözlerini açmış olurlar nisan güneşinin alnında.
Artık ayrılma zamanı gelmişti Emirgan’dan burada birkaç saatini geçiren birinin dönerken içinin burulmaması imkansız. Betonlaşmış bu şehir, trafiği, gürültüsü bizi bekler…